30 Mayıs 2012 Çarşamba

Gılgameş Efsaneleri'ndeki tarihi coğrafya ve doğal çevre izlenimleri.. Edessa.. Urfa...

 
Gılgameş Söylenceleri’nde adı geçen ladin ağaçları var.

Bu şiirsel metnin satır aralarında okuyoruz.

Urfa dolaylarında sanılan ormanlar var.


Böyle, yazıldığı dönemi yansıtan tüm lirik metinler buna benzer nesnel verilerle süslenir. Lirik metinler diyorum.

Arkaik tüm metinler lirik olmak zorundadır.
Urfa, arkaik Edessa adı bu metinde var mı yok mu?

Bu da önemli değildir. 
Temel nirengi noktası, bir mihenk taşı var elimizde.
Sümer Uygarlığı, su bentleri, ileri tarım tekniği..

Bayındır kent krallıkları evresi oluştu oralarda.
Bunu bilmeyen yok. Su nereden geliyordu?
Bentlerde, teraslarda, kanallarda kullanılan keresteler, tomruklar, su taşımacılığı yapılıyordu.
Bunlar nereden ve nasıl geliyordu, düşündünüz mü? 

Akan bir ırmak vardı.

O bölgede ormanlar vardı.

Hangi ağaçlar vardı..

Yüz yıllık Ladin ağaçları.

Hangi Irmak vardı onları sürükleyen.
Bunun yanıtı tek adres... 

Fırat ve Urfa yöresidir burası. 
 
Fırat su yatakları ve Urfa bu anlamda ana malzeme deposu ve taşıma gücü merkezi oldu Mezopotamya Uygarlıkları’na.

Su ve yine su gücü taşımacılığı ile aşağılara  kadar taşınan kerestelerin Urfa yöresinden Mezopotamya uygarlıklarını beslediğini ve bu doğal coğrafi durum nedeniyle, o evredeki kent devletlerinin ve bu bayındırlığın, bu anlamda Urfa’ya bağımlılığını gösteriyor.

Şimdi dönüp geriye baktığımızda; bir kent tarihsel bağlarıyla, insan kaynaklarıyla, nüfus hareketleriyle nasıl karakterize olur, işte bunu daha yakın büyüteçle keşif masasına alabiliriz.



Kısacası, Urfa, arkaik adı ile Edessa böyle bir tarihsel yükü omuzlarına almış bir kenttir.

 Değerli İzleyici,

Yazarımız Urfa’da salt tarihin labirentlerine dalmadı, çarşıları dolaştı ve fotoğraflar çekti.

Biberciler, bakırcılar, ekmekçiler, kuyumcular, kilimciler, meyan kökü şerbetçileri, tatlıcılar, fırıncılar sıra sıra ekrana varsıllık ve ihtişam yansıdı. 

Bir de söyleşi yaptı. 

Bu söyleşide ‘Sıra Gecesi’ konusu keşif masasına geldi.  

Beyzade Konukevi işleticisi Sayın İsmail Eryılmaz bu söyleşiye konuk oldu.  Şimdi onu Sıra Geceleri konulu söyleşide izliyoruz...
Sevgi, içtenlik...
Tekin SonMez, 

30 Mayıs 2012, Urfa, Edessa.
-İsmail Bey seni nasıl tanımlayabiliriz. 
Çocukluğunda ilk aklında kalan nedir?

-Ben doğduğumda ailem büyük babamla, büyük annemle birlikte yaşıyorduk. Ben büyükbamı baba olarak tanıyordum. Böyle yaşlarken okulda çok başarılıydım.
Ama ben kendimi okula değil içimdeki kazanma hırsımla işe döküverdim. On beş yaşımda başladım iş hayatına girdim, bugün otuz üç yaşımdayım ve başarmış durumdayım.
-İş hayatına girdim, diyorsun. Nedir bu iş hayatı dediğin şey?


 -Mesela ‘Eşkiya Filmi’nin çalıştığım yerde çekilmesi dolayısıyla hayatım değişti, renklendi. Ardından ‘ikinci Bahar’ dizisiyle  bu durum pekişti. Ardından ‘Kazancı Bedhi’ ekibiyle Türkiyeyi dolaşmam ufkumu açtı.
-Kazancı Bedhi gurubuyla ne yapıyordun?
-Dans ediyordum ve çiğ köfte yoğuruyordum.
-Seni bu filmlerin kliplerinde çiğ köfte yoğururken gördük.
-Evet Kazancı Bedhi gurubu ile ve bu filmlerde doğru görmüşsünüz.
-Sıra geceleri artık sıradanlaştı, dedin dün. Bu konuyu açar mısın?
-Sıra gecesi muhabbetini bozduk. Bu muhabbet en fazla kırk elli kişilik guruplara yaparken şimdiyse Urfalılar olarak 300, 400 kişilik balo salonlarında düğün slonu statüsüne dönüştürdük. Ben ödün vermedim kendi mekanımda küçük özel seçkin guruplara Kazancı Bedhi’in eski arkadaşlarıyla çalışmaya devam ediyorum.
-Bilmeyenlere Sıra Gecesi’ni nasıl açıklayalım İsmail Bey?
-Sıra gecesi yakın arkadaşların toplandığı bir okuldur. Bu insanları akrabadan öte birbirine yaklaştıran bir topluluktur. Düşkünlere de yardım edildiği, bekarların evlendirildiği, evsizlerin ev sahibi yapılmasına varıncaya kadar genişleyen sosyal dayanışma ortamıdır.
-Bunu adı sıradır. Bu işler yemek işleri bittikten sonra, en sonra bir mizik aleti çalmasını bilen bu konuda müzik yapılır.
-Son bir söz olsun, başlık yapalım...
-Urfaya özel Sıramızı, Sıra Gecelerimiz koruyalım, değerini bilelim. Vakit geçmeden önlem alalım, çünkü insanlarımız yanlış bilgilendiriliyor. Her gördüğünüz sıra gecesi ekibi değilir. Her duyduğunuz mizik bizim değildir.

Söyleşi: Tekin SonMez, İsmail  Eryılmaz

30 Mayıs 2012, Urfa.

25 Mayıs 2012 Cuma

Gılgameş Efsanelerine, Hammurabi yasalarına bir kurşun atımı uzaklıkta bir toprak parçası Diyarbakır'dan izlenimler...



Bir kent nasıl, hangi ölçütle gerçeğe yakın betimlenebilir?
Ne tür imgelemler öne geçer ve o kent o imge ile çağları aşar. Çağları bırakalım da günümüzün imgelem gücüne bakalım bir. 

Çocuklar, kadınlar, gençler, evler, araçlar, caddeler, anıtlar, tarih, coğrafya, ekeonomi ve başka konular ve olgularla betimlenebilir. Örneğin getirisi olarak bir kentte turizm öne geçer Mardin gibi. Bir kentte yüzlerce  yıl önceki savaşlar, bir kentte köprüler öne geçer betimleme imgesi olarak.

Diyarbakır, bakır ülkesi, bakır bölgesi anlamında bir çevrimle sözcük çözümü verse bile bu yetmez. İster bakır ister demir ve tunç çağları ile bir kente yaklaşmak, biraz da tarih felsefesi ister ve nüfus hareketleri analitik bakışı ister.
Bu bölge Kuzey Mezopotamya. Gılgameş Efsanelerine, Hammurabi yasalarına bir kurşun atımı uzaklıkta bir toprak parçası. Mısır Firavunlarından kaçan Musa'nın takipçilerinin ilk sığındıkları yerlerinden birisi.

Daha sonra İsa ve ona bağlı inancaların ilk yayıldığı bölge yine burası. Böyle ilkleriyle varoluşan bir kent başka nerede ortaya çıkabilir...

Birbirine bakarak yarışan kentler bu coğrafyadadır. Mardın, Van, Bitlis, Diyarbakır en yakın alanlarda, sınırlarıyla geçerler birbirlerine. Kardeş gibidir hepsi.
Böyle yakınlık bile, kardeşler gibi onları yarıştan rekabetten alakoymaz hiç bir şey tarih boyunca. 

Klanlara bağlı kent beylikleri, yazılı tarihle saptanmamış ilk feodal evrelerdeki beyliklere kişilik ve kimliklerini vermiş kentlerdir bunlar. Yüz yıl süren Haçlı Seferleri’nin bu kentlere verdiği artı ve eksiler nesnel ortamda saptanmamıştır. Fakat şurası kesin bir doğruluk içerir ki bu kentler kültürel tarih felsefesi bağlamında, nasıl ki Musa'nın ilk takipçilerine sığınak olduysa, nasıl ki Roma'dan kaçan ilk Hırıstiyanların kentleri kimlikleriyle varolduysalar, daha sonra ilk İslam kentleri de oldular.  

İster kılıç zoruyla, ister direnmenin boşunalığını görerek, ister gönül bağlanmasıyla, kökten nüfus hareketleri de içeren böyle bir evrilme de yaşamış bu kentler. Son yüz yıl bu kentlerde nelerin olup bitiği tam yazılmış değil. 

Fakat yeni bir evre de başlamıştır. Abdurrahim Bey, kaldığım otelde resepsiyon çalışanı, burası aslında eski bir Ermeni kentidir diyor.

Sevgi, içtenlik...

Tekin SonMez, 25 Mayıs 2012, Diyarbakır.